—Ne yapıyorsun?
—Görmüyor musun düşünüyorum.
—Görüyorum hatta ne düşündüğünü de görüyorum
—Ne var? Kötü bir şey mi yapıyorum?
—Evet, o nasıl hayaller öyle? Hangi denkleme sığdırabilirsin bu hesabı?
—Bu benim işim değil, sorumlu davranmak zorunda değilim.
—Beynin sıkışık bir durumda kalması korkutmuyor mu seni?
—Aslında korkutuyor ama bir noktadan sonra duygular korkuların önüne geçiyor.
—Kendince haklısın, bunu sana sormam yanlış. Sen kalpsin ama kendine karşı zalim davranıyorsun.
—Hayır, bu noktada yanılıyorsun. Ben kendimi belirsizlikten ve tedavi edilmeyen hastalığın ilerleyişinden koruyorum. Bilirsin ki tedavinin ilk aşaması hasta olduğunu kabul etmek ve teşhistir.
—Yine de daha pısırık bilirdim seni. Bir gün kendi kendimi ummadığım hayaller kurarken bulmak inan kolay kaldırabileceğim bir şey değil.
—Hayal kurmayı mı ummazdın yoksa hayallerinin gerçekleşmesini mi ummuyorsun?
—İkisi de biraz doğru ve birbirine bağlı.
—Bu kadar umutsuz olmak ne kadar doğru?
—Madem ahkâm kesmeyi biliyorsun, söyle bakalım ne kadar umutlu olmalıyım?
—Umutlu olmaktan bir şey kaybetmeyeceğine göre?
—Eee?
—Sonsuz bir umudun olmalı bence?
—Bildiğin bir şey var gibi konuşuyorsun, boşuna umutlandırma beni!
—Boşuna umutlansan ne kaybedersin?
—Ne kaybederim bilmiyorum ama hayal kırıklığı kazanacağımı seziyorum
—Rüya gibi düşün.
—Nasıl yani?
—Yani rüyaya onu yaşayacak kadar inanırız ama rüyalar gerçek olmadı diye kendi kendimize hayal kırıklığı yüklemeyiz
—Zaten rüyayla hayal farklı şeyler.
—Ukalalık yapma!
—Hadi ben ukalalığı kabul edeyim, sen de mantıksız konuştuğunu kabul et.
—Etmem.
—Neden?
—Çünkü mantıksız konuşmuyorum.
—Mantıksız konuşuyorsun.
—Mantıklı konuşuyorum
—Hadi ispatla?
—Neresi mantıksız konuştuklarımın sen ispatla?
—Faraziyeler üzerine mahalleler kurardın eskiden, şimdi değil şehirler bıraksan özerklik isteyecek saçmalıkların.
—Ben bırakıyorum da sen bırakmıyorsun. Ayrıca saçmalık değil hayallerim, bir gün gerçek olsun da sen de gör.
—Gerçek olsa aynı tadı vermez ki.
—Orası ayrı bir konu, hadi sen de itiraf et böylesi daha iyi.
—Kartı açmazsan ne kaybettiğini göremezsin bu doğru, artık ne kaybettiğini biliyorsun.
—Ben böyle daha mutluyum, oyuncaklarımla yalnız bırak beni.
—Bir gün yapayalnız kalacaksın, sakın gelme yanıma
—Bir gün yapayalnız kalacağıma inanmıyorum bu bir, yapayalnız kalırsan da sana gelecek takatim bile olmaz, bir köşede ölür kalırım merak etme bu da iki.
—Sevindim.
—Duygusuz.
—Sana bir zamanlar bu lafı söyleyenlerin seni yalnız bırakmayacağını söylüyorsun ya ne diyeyim ben sana Allah iyiliğini versin.
—Çocuklukla büyüklük çok farklıdır.
—Ben de onu söylüyorum çocuklukla büyüklük çok farklıdır.
—Şimdi bak; haksız da değildi, Bir insana niçin ağladığını sormak neden ortadayken pek parlak bir teselli şekli değil esasen.
—Senin yıllarını duygusuz geçirmene yol açtı ama.
—O yıllarda duygu çok da iyi değil insan için zaten.
—Sonradan bir anda patlak vermesi daha mı iyi?
—Sonradan bir anda patlak vermiyor, olayları biraz daha iyi analiz etmeye çalış.
—Ne oluyor peki sen açıkla.
—Kendin bul, daha kalıcı olur
—Gıcık
—Efendim
—Hocası belli, git başımdan lütfen.
—Tamam tamam, başka bir sorunun varsa söyle çözeyim.
—Sen sorun çözmüyorsun ki kendin de yitiyorsun sorunların içinde.
—Duygularını sorun olarak görmeye devam edersen olmaz ama.
—Tamam, sonuç olarak ne çıktı şimdi?
—Zaman
—Bu kadar mı?
—Yetmez mi?
—Yeter mi?
—Kanaatkâr olursan yeter.
—Olurum, başka çarem mi var?
—Unutma zaman az şey değildir bakmasını bilirsen
—Bana ukalalık yapma diyene bak, zamanın çok yıpratıcı bir çözüm olduğunun farkında mısın?
—Daha iyi bir fikrin var mı?
—Şimdilik yok
—O zaman zamanın keskin ve can acıtıcı oluşuna ne diyeceksin?
—Fazla düşünmemeye çalış diyeceğim
—Anladım
—Ya sabredemezsem zamana?
—Sabredeceğini mi düşünmüştün
—Evet
—Hayır, sabredemeyeceksin lakin düşe kalka aşacaksın kendini, kalbini.
—Şimdi kendime acımaya başlayacağım.
—Bunu fark ettiğine göre başlamazsın.
—Çok kötüsün
—Bana bilmediğim bir şey söyle.
—Popüler kültürün pençesine düşmek üzeresin
—İşte bunu söylemeyecektin
Boğuşma sesleri…
-
-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder