28 Nisan 2008 Pazartesi

ÖZLEDİĞİM ŞİMDİ ÇOK UZAKLARDA

Bazen sorarsın yanındakine;
Şu geceyi şu güneşi nasıl hatırlayacağız on yıl sonra diye.
Bilmem, der yanındaki
Dünyanın o an için en güzel gülüşüyle.
On yıl bu dile kolay,
Yine de sayılı gün gelir geçer işte.
Gidip soruverirsin
Nasıl hatırlıyorsun diye.
Hatırlamıyorum der,
Hala bir uzun şiir gözleriyle.
Bir fotograf bile yok ki bende der,
Hatırlamıyorum işte.
Kendini düşünürsün;
Elinde olmasa da fotograflar,
Zihnin
Albümlerce o ve gülüşü.
Elini onun gibi koyarsın çenenin altına,
Belki o artık böyle yapmıyordur dersin,
Boşverirsin,
Elin de böyle durmaktan mutludur zaten.
Yine de
İstemesen de
Hayıflanırsın, nasıl hatırlamaz dersin,
Öylesine şiddetli bir pembedir ki bakışları,
Kendi bencilliğine inat
Öyle masumdur ki gülüşü hala...
Sen de gülersin
Gözünden damlalar yavaşça yere düşerken.
Bir kez daha farkedersin
Kimse onun kadar güzel gülemez şu dünyada.

YAZMAK YOLCULUĞU

Yazmaktan vazgeçtiğin gün ne hale geleceksin düşündün mü? Bir gün yazmaktan vazgeçmeyi düşüneceğin aklına gelir miydi? O kadar karmaşık şeyler düşünmezsin bilirim. Yazmanın da kondisyonu varmış farkettin mi?
Şefkate karşı ağzının suyu akıyor, bari ifade et de bilinçli ol. Ama yanlış yapmamak için ihtiyaç duyduğun şey tam olarak şefkat, bunun da farkındasın üstelik.
Hadi çık ininden ve kendi cennetini kur. Kır yanlış alışkanlık zincirlerini.
Tam da idealini belirlemiştin oysa... Bir de baktın; bavulların hazırlanımış, kapının önünde seni bekliyorlar. Atalete düşüverdin. Bu defa onlar seni hazırladı vefalıca, kilidini kapatıp bagaja verdiler ruhunu. Sonra mı? Sonra istikamet, canları nereyi isterse bavullarının...

RUHUM

Çürük bir elma ruhumun tam ortasında, bir iple tavana asılmış, etrafında minik sinekler uçuşuyor. Duvarlar ahşap dolaplarla kaplı, içlerinde kim bilir neler var. Yerler karo, lamba floresan, pencere yok.-olsaydı bile gökyüzüne değil merdiven boşluğuna açılırdı-
Elmanın tam altında bir masa, bir sandaliye,bir kağıt, bir kalem. Belki köşede bir saksı, içinde de ağaç bozuntusu bir bitki. Başımın üzrine tokmaklar vururcasına çalan bir müzik, duvarların açık kısımları terliyor, onlar meğer dışarıdan akan gözyaşlarımmış. Bilinmezlik en büyük gerçeğim fakat çaresi yok.
Ne kapı ne pencere var. Böyle giderse ahlaklı bir kayıptan ibaret kalacaksın. Ahlaksızlar kaybolmazlar mı? Muamma...
s6b7a0i9b2g neyin kısalması? Hadi çöz çözebilirsen, öyle dandik değildir eminim A.Ş.K. neyin kısaltması sorusunun cevapları gibi. Kim bilir, ben bilmem. Bilsem neden sorayım ki?

UZAKLAR

Bir bavul açıldığı anda uzaklaşmaya başlarız bulunduğumuz yerden.Ölüm de bunun gibi işte. lmeye karar vermeden insan, Azrail yaklaşamıyor etrafına , bu yüzden önce karar verdiriyor ölmeye sonra yaklaşıyor.Kefeni kendisine yakıştırmadan insan soluk alış verişleri duramıyor.
Yaşamdan başka bir ihtimal daha var demeden, hayatın beyazdan başlamış griliğini siyaha soymadan kışı gelmiyor işte ömrün.
Sözlerini anlamadığım bir şarkı,belki de ispanyolca, bilmiyorum. Düzenli bir hayat, tahta masa, işlenmemiş örtüler raflarda. Mutfakta bir kurabiye kokusu. Azrail'e izin verdiğimi sanıyorum...

26 Nisan 2008 Cumartesi

YARALAMA ZORLA KENDİNİ

Hayatta karşısına ne çıkacağını asla bilemiyor insan, bu gün özlediklerinin yarın kendisi için ne ifade edeceğini…
Sıcak simit kokuları geliyor burnuma memleketten, memlekete daha sabah olmamıştır ya neyse…
Çaylar da istediğim gibi değil, galiba ben çok şey bekliyorum hayattan, bu denklemin bilinmeyeni derecesinden çok ama yine de inat ediyorum. Bazen boşveriyorum kendimi bana imrenen kaderin ellerine bırakıp umarsızca ellerimi kaldırıyorum. Bitti işte geride kaldı sanki tüm dertlerim. Ama kendimden de hiçbir şey kaçmıyor ki! Gözyaşlarım hücum ediyor gözlerime durduramıyorum, silemiyorum da; malum ellerim meşgul…
Bütün sevdiklerin yanındaysa, henüz hiçbir şarkı seni ağlatmıyorsa sakın arama hayatında yenilikler, bil ki canın yanacak çok kurcalarsan. Son gemin son tahta parçasına kadar yanacak ve sen vazgeçeceksin yazılar yazıp şişelere koymaktan. Artık gemiler yapsan bile korkacaksın, risk alamayacaksın demirden olacak yanmasın diye ve senin de yüreğin de kora dönecek ama yanmayacak. Mutlu olduğunu sanacaksın. Sen, büyük yalancı, hayatta en çok kendini kandıracaksın. Gemilerin de demirden, hep kıyıda bekleyecek yüzmeye kalkarsa denizin dibine düşecek. Bu defa korkmakta haklı olacaksın.

YOK İŞTE DÖNÜŞÜM

Çok kolaymış meğer hayat, geçip giderken acı diye adlandırdığım zavallı küçük duyguları gözyaşlarımı içime atarak hatırlıyorum şimdi. Çok kelime bilmek değilmiş değerli olmanın yolu ve çok kitap okuyan değerlidir palavrası gereğinden uzun ömürlü olmuş literatürümde.
Hiç düşünmediğin, plana dönüşmesi muhtemel hayallerinin içine almadığın vukuatlar seni buluyormuş, sen son gemim kaldı onu da yakamam derken bir de bakıyormuşsun ki gemin kendi yanmış da seni de yakmaya azmetmiş. Dönmeyeceğim dediğin sahillere dönmek zorunda kalmışsın ve elinden bir şey gelmemiş. Bakmışsın sadece izlemekle yetiniyorsun yangını, ama yangın yanmakla yetinmiyor, yüreğine de sıçrıyormuş düşüncesizce. Geri dönerken normal hayatına yüreğinin bir yanı eksikmiş işte. Kalan kısmı da yanık kokularıyla çevrili, yangını hatırlamaya mahkûm, yaşadığını sanadurursun.

DENİZ ORTASINDA YAKMAMALI GEMİLERİ

Kendime dönecek takatim kalmadı, üzgünüm. Kendime dönmeyince de sana gelemedim işte. Gururlu değilimdir, bilirsin. Belki biraz kararsızım. Hayat giderek azaltıyor idealistliğimi. Hem sana hem kendime acılar çektirmek uğruna biz olmak düşüncesi ütopik bir hale geliyor yavaş yavaş.
Gözyaşlarımdan akan kendime mi sana mı özlem daha çok, bilemiyorum doğrusu. Bu kavgayı bitirmek yine bana mı düştü, ilk mızıkçılığı da ben yapmışken? Ne kadar da zavallıyım, bu açıdan bakınca. Hayat istemesek de zalim olmayı öğretiyor bize.
Susmak ne kadar çok şey anlatırsa anlatsın, anlayan olmayınca, o korkunç ifadesizliğini koruyor inatla. Yabancılaşmak ne kadar izafi bir süreç, sağ tıklayıp grubu çöz diyorsun, bitiyor her şey. Fotoğraftaki biz dağılıveriyor etrafa, etrafta sen ve ben parçaları dolaşıyor serseri ve amaçsız. Her şey belki ne çabuk.
Asil mi olsun sancılarınız; isottan mı Meksika biberinden mi acılarınız? Bu ikisinin arası kaç saat çekiyor? Haberi olan el kaldırsın, albeniye bahane yapalım onu.
Zaman geçtikçe doluyor insanın içindeki mor çukur. Artık sığmaz oluyor içine attıkları adamın taşıyor, pis kokuyor, insan da oradan süratle uzaklaşıyor. Kendinden kaçıyor, suratlar ifadesiz, ifadeler nihayetsiz kalıyor. Belki de…

23 Nisan 2008 Çarşamba

ESKİ BİR MASAL

şiirlerce seni anlatmak hayat,
susmak defalarca bazen,
susmak ve gülümsemek.
kavgayı daha bir çok sevmek,
seni kavga için,
kavgayı senin için sevmek.
gündüzlerce hayal görmek,
gecelerce rüya görmek.
Ve hep sen hepsinde sen.
Çiçekler sen kokar be can
Anlatmak için seni koklamayanlara seni,
biz onu kokladık diye
delil göstermek için.
Bastığın toprak saklıyormuş ayak izini
duydun mu,
ya bir daha rastlaşamazsak diye.
Yağmur taneleri arıyormuş omzunu,
sessizce yaslanmak ve
hafifçe düşmek için yere.
Burada bir garip bekliyormuş nihayet,
ömrünü geçirmek için seni.

MERHABA

Yağmur yağsın isterdim bu sabah
Merhaba soylu sevdam merhaba
ipil ipil düşşün betona
Merhaba sevgili vatan merhaba
Ve uçuk gece guvercini
Nazlı nazlı uçsun buluta merhaba
Bütün sabahların bu saati
En fazla sevdiğim vakit
Son kez merhaba
(ahmet kaya)

18 Nisan 2008 Cuma

ANNEME SÖYLEME!
kandırıldım anne,
kandırdılar beni,
çok acıttılar,
canımı çok yaktılar anne,
çünkü bencildiler,
çünkü sevmeyi hiç bilmediler anne.

sevilmeyi de bilmediler işin kötüsü,
sevdim anlamadılar,
beni de karıştırdılar,
beni de bozdular.

vicdansızdılar,
unutmuşlardı insanlıklarını,
ya da insanlık beni unutmuştu
bilmiyorum
anlayamıyorum
çözemiyorum

hayatı anlatıyor başkaları
kuralına göre oynanması gereken bir oyun diyor
kuralları kim koyuyor anne?

insan olduğum için değer göreli ne çok zaman geçti bilmiyorsun
sen artık beni tanımıyorsun anne
ben de artık tanımıyorum kendimi
bana ne oldu anne?

neden yalan söylediler ki
ben hiç kimseden hiç bir şey istemedim
neden oynadılar ki
bir gün benim de büyüyeceğimi bilmiyorlar mı?
benim düşünebildiğimi bilmiyorlar mı?
kendilerine yazık ediyorlar anne.

pişmanlıklarım var benim
kezzap gibi yakan, su gibi boğan
hayallerim bile kırık dökük artık
onlar mutlu mu şimdi?

cesaret tarlalarında geziyorum şimdi
usul usul beklerken eylül hasadını
bir işe yaramazsa sevinçlerim
gitmek de güç değil
bitmek de

gittiğim yerde başlayabilmez
ben yeniden olabilmem
belki ölene dek
böyle dolabilmem

kokular kalır hafızamda
hiç görmediğimi keşke unutabilsem
bayraklardır renklerce
geri dönmez
sonu düşünmez

yalancılar, sahtekarlar, utanmazlar be anne
ayakta duramıyorum
yolumu bulamıyorum
onlar ne istiyor anne

kabusum oldular
hiç hatırlamadım
ama
çok ağladım, uyuyamadım, konuşamadım, bağıramadım
hiç güvenemedim ondan sonra
hiç tam olmadı her şey

iki kere iki dört edemedi
Ayşe mat1 den hiç ful çekemedi

şüphe içinde kaldım
yandıkça yandım

sonra merak kediyi öldürdü anne
bir mouse çıktı tenhadan
kendinden uzak, kendine yabancı
ne kadar yalan söylerse söylesin yalanı hiç sevemedi
hiç bir prototipe bu benim diyemedi

bir saatin sarkacı gibi
gitti, geldi
gitti, geldi
gönlü sakin olamadı
hiç bir yerde duramadı

ne yapsa gammaz bile olamadı
usandı, terk etti, büyüdü
filgillere katıldı sonra
ne kadar uyusa uykusunu alamadı
borçlarını yine yarına attı.

çıkaramadı yirmiliklerini
çenesinde bir sızı kaldı.

ama o aşık'tı onlarca yıldır
kimisi kaşıktan sonrasına varamadı.

Çernobil olasım var anne
patlayasım, haykırasım, höyküresim var

acılar olgunlaştırıyormuş bünyeyi
zamansız piştim anne
kendimi küçük görmüşüm
meğer ben bu kadar da değersiz değilmişim

değersiz olan sensin zalim
yalancı olan da
beni acıtan da
defol hayatımdan,
kaybol rüyalarımdan
deniz kabuğusun sen lanet olası
dalga seslerinin susmayan sebebi...

ölü adam uyanıyor
ama asla tam olmayacak
düşünülmeyecek düşündüğü kadar
farkına bile varamayacak
pişman bile olamayacak
şişman olarak kalacak

gitmeyecek gözlerimin önünden ölürken bile
eminim, yoksa hafızam kuvvetli değil benim.
bir zaman kurcaladı aklımı
maydanoz ve tavşan nasıl anlaşır diye
ben seni sevmek için sana muhtaç değilim!

hem çocukluk derim
hem de ertesi gün çikolata yerim
kendi saflığımı başkalarına yüklerim
acaba ben deli miyim neyim??

petrolden gemilere alıştı bu liman
şarapnellere de
yüreğine şarapnel düşen çocuk
hiç alışamadı
hayatı karşılayamadı güler yüzle
misafirperver olamadı

çünkü biz hayatı yaşamayız, o bizi yaşar...

senin için değildi yazmalar
kendim içindi
şimdi sinirim geçti
sustum............................

beyaz bir gemidir ölüm

sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde olurum
kötü geçen bir güzü
ve umutsuz bir aşkı anlatan
rüzgarla savrulan
kâğıt parçalarına
yazılmış
dağıtılmamış
bildiriler gibi
uzun bir yolculuğa hazırlanan
yalnız bir yolculuğa.
çünkü beyaz bir gemidir ölüm
siyah denizlerin hep
çağırdığı
batık bir gemi
sönmüş yıldızlar gibidir
yitik adreslere benzer
ölüm
yanık otlar gibi.
sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde ölürüm.
(behçet aysan)

START

Tübitak sergisindeydim beş gündür, yarı final henüz, yetmiş iki projenin on ikisi finale kaldı fakat bunların içinde bizim proje yoktu. Peki ben ne yaptım ödül töreninden sonra durumu idrak edince? Geriye bırakıverdim ilk defa yaşadığım güzellikleri ve ağlamadım. Onun yerine gelecek sene için bir projeye başladım. Ama hatırladıkça umut ve umutsuzluk arasında gidiş gelişlerimi, içim acımasa da artık büyüdüğümü farkediyorum. Ve bir şarkı çalıyor 'oysa bir umuttu hep' diyor...
Zaten alıştım umut etmeye , beklemeye sonuç almamaya. Beklenti içine girsem de çabuk çıkabilmeyi öğrendim. İnsanlar zalim, asla unutmamalıyım bunu. Söylediğim her sözü aleyhimde delil olarak kullanabilrler:)
Kimse vazgeçilmez değildir, bunu bir an önce kabul etsem iyi olur. Ayrıca kaçan kovalanır sözünün doğruluğunu ne kadar iyi bilsem de hayatımda geçerli olmayacak inatla...